Yıllardır okuduğum, dinlediğim, dilden dile anlatılan, zaman zaman yazılan bir hikâye. Aklımda kaldığı kadarıyla kendi cümlelerimle , uslubumla anlatmaya çalıştım. Önemli mesaj veren bir hikâye. Tabiki anlayana!
Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim, Günlerden bir gün halkın sorunlarını yerinde daha yakından görmek onların nasıl yaşadıklarını kendisi hakkında ne düşündüklerini anlamak için kıyafet değiştirip şehire giderek gün boyu gezmeye karar vermiş. Bunun için yardımcılarını etrafına toplayarak bu kararını açıkladıktan sonra, derhal kendisine bir elbise getirilmesini emretmiş, çok geçmeden pırıl pırıl olan çok güzel bir kıyafet getirmişler, ancak bu padişahın sarayda giydiği elbiselerden biriymiş. Padişah bunu görünce çok kızmış ve;
-Ben sizden eski, yıpranmış, halkın giydiği kıyafetlerden istedim. Bunları değil !
Derhal emrini yerine getirmişler. Çünkü halktan kimsenin onu tanımaması gerekiyormuş, hemen saray kıyafetlerini çıkarıp eski püskü elbiseler giyerek sabah erkenden saraydan ayrılıp tek başına Şehirin yolunu tutmuş.
Yolda giderken çok sayıda insana rastlamış, bunların üzerinde eskimiş, yırtık yamalı giysileri varmış, herkes kendi işinde çalışıyor, zor şartlarda geçiniyormuş. Şehirin çeşitli yerlerinde bir süre gezmiş, tabiiki hiç kimse onun padişah olduğunu bilmiyormuş. Son olarak kuşların satıldığı kuş pazarına gitmiş.
Burada her cins kuş varmış, çok kalabalıkmış, her taraftan kuş sesleri geliyormuş, orada bulunanlar, kuşları yakından izliyor, takas edenler, satın alanlar, gezmek, görmek için gelenlerle doluymuş, bir panayır yeri gibiymiş. Özellikle avcılar avladıkları kuşları satıyormuş, padişah kuş pazarında gezerken gözü bir grup kınalı kekliğe ilişmiş, usulcana yanaşmış. Bunların üzerinde tanesi 10 altın yazarken, yine aynı yerde altın bir kafeste bulunan başka bir kınalı kekliğin üzerinde ise 200 altın yazıyormuş, Bunu gören padişah çok merak etmiş, hemen satıcıya sormuş:
– Bu kekliğin keramet nedir ki diğer kekliklerin tanesi 10 altın iken, bu kekliğin fiyatı 200 altın, bunun özelliği ne?
Satıcı cevap vermiş:
-Bu keklik kuş bakıcısı tarafından av için çok özel bir eğitim görmüştür ve çok güzel ötüyor, o kadar güzel ötüyor ki, avcılar kekliklere tuzak kurarken bunu kullanıyor, çünkü av sırasında Bunun ötüşünü duyan ne kadar keklik varsa onun sesine, ötüşüne gelip kurulan tuzağa düşüyorlar , böylece avcılar da bu tuzağa düşen keklikleri avlıyorlar, İşte bunun için bu kekliğin fiyatı 200 altındır, der.
Satıcıyı dinleyen Padişah hemen kuşağından altın kesesini çıkarıp ;
-Bu kekliği 200 altına satın alıyorum der ve 200 altın vererek satın alır . Kekliği kafesten çıkarır çıkarmaz hemen orada kafasını koparıp öldürür.
Kuş satıcısı bu duruma çok şaşırır ve sinirlenerek padişaha bağırır;
-Yahu sen ne yaptın, be adam! Hiç Allah’tan korkmaz mısın be hey zalim, vicdansız? En kıymetli, en pahalı kekliğimin kafasını neden kopardın, onu neden öldürdün? Üstelik 200 altın verdin.
Padişah cevap vermiş:
-Kafasını kopardığım bu keklik, güzel sesiyle öterek diğer keklikleri avcıların tuzağına düşürmeye çalışan hain bir kekliktir, çünkü bunun için eğitilmiştir, kendi ırkına ihanet eden bir hayvandır, bunun gibi hainlerin cezası ölümdür. Bu nedenle kafasını koparıp öldürdüm . Hak ettiği cezayı verdim, der ve öfkeyle oradan uzaklaşır.
SONUÇ:Kendi ırkına ihanet eden keklikler var oldukça avcılar daha çoook kekliği tuzağa düşürür.
İZZET KIRMIZI